Merhaba,
2024’ün ilk bültenine hoş geldiniz. Umarız yeni yıla harika duygularla girmişsinizdir ve yine umarız, yıl boyu onlara tutunmayı başarabilirsiniz.
Netflix’in geçtiğimiz yıl yayına verip hemen ardından iptal ettiği dizileri hatırlıyor musunuz?
Shadow and Bone, Glamorous, Agent Elvis, Captain Fall, Farzar, Wellmania, Snowflake Mountain, Lockwood and Co., Freeridge, Sex/Life, Dead End: Paranormal Park, Uncoupled, Inside Job, 1899…
Kaçına bağlanıp “ben buna devam ederim” dediğinizi peki?
Hiçbir konuda “yarım bırakılmadığımız” bir yıl olsun.
Sevgiler,
Geçen Hafta Ne İzlendi?
Bu Hafta Ne İzlesem? okuyucuları geçtiğimiz yılın son bülteninde en çok, 2023’ün en iyi dizilerinden biri olarak ilan ettiğimiz Deadloch’a şans verdi. BluTV de, artık Warner Bros. Discovery’ye satılmanın getirdiği ivmeden midir bilinmez, üç içeriğiyle listeyi domine etti. İşte geçen hafta en çok ilgi çeken yapımlar:
Göldeki Ölümler / Deadloch – Prime Video
Kayıp Şehir / The Lost City – Netflix
Natural Light / Természetes fény – BluTV
The White Lotus – BluTV
The Curse – BluTV
Disney+
05 Ocak: Ocak ayının ilk haftasında da Noel ruhundan çıkamayanlar için hazırlanan bir saatlik animasyon Saftirik Greg’in Günlüğü: Panik Yok! / Diary of a Wimpy Kid Christmas: Cabin Fever, aynı adlı kitaba dayanıyor.
10 Ocak: Daredevil hayranları halaya kalkabilir. Vincent D’Onofrio’nun Wilson Fisk, Charlie Cox’un Matt Murdock olarak bir kez daha arzı endam edeceği ancak bambaşka bir karakteri, Maya Lopez’i odağına alan Marvel dizisi Echo, yayında. Tamamı aynı anda izlenebilecek beş bölümlük mini diziden bol bol şiddet ve Kızılderililere hürmet bekleyebilirsiniz.
Netflix
04 Ocak: Taipei’de yaşayan Charles Sun adlı gangster, babası gizemli bir suikastçı tarafından vurulduktan sonra annesi ve küçük kardeşini korumak için Los Angeles’a gitmek zorunda kalır. Michelle Yeoh’nun başrolde olduğu The Brothers Sun, kendisini fazla ciddiye almayan sekiz bölümlük bir aksiyon dizisi. Sanki Disney+ için hazırlanmış da yanlışlıkla Netflix’e gelmiş gibi de bir havası var.
04 Ocak: 1972 yılında bir ragbi takımını Uruguay’dan Şili’ye götüren uçak, And Dağları’nda bir buzula çarpar ve 45 yolcudan 16’sı ölür, kalanlarsa kendilerini dünyanın en zorlu ortamlarından birinde hayatta kalma mücadelesi içinde bulur. Yellowjackets dizisini andıran Kar Kardeşliği / La sociedad de la nieve ne yazık ki gerçekten yaşanmış bir olaya dayanıyor ve kamera arkasında deneyimli isim J.A Bayona var. İspanya’nın Oscar yarışına soktuğu film, kısa listeye kalmayı başardı.
05 Ocak: Schitt’s Creek sayesinde favori oyuncularımız arasına giren Daniel Levy’nin, kocasını kaybeden orta yaşlı bir adamın hikâyesini hem yazar hem yönetmen hem de oyuncu olarak anlattığı Yas Tatili / Good Grief, bu adamın iki yakın arkadaşıyla birlikte kafa dağıtmak için çıktığı Paris gezisine odaklanıyor. Pek parlak durmasa da sürpriz yapabilir.
10 Ocak: Dünyanın en iyi tenis oyuncularının bir Grand Slam sezonu boyunca verdikleri mücadeleleri takip eden belgesel dizi Break Point, 2. sezonuyla dönüyor.
MUBI
Öneri programımız kapsamında bir arkadaşını bültenimize abone yapan herkese bir aylık MUBI üyeliği hediye ediyoruz. Bu bağlantıdan abone olduğuna emin olduktan sonra bilgilerini bize iletin ve üyelik kazanın.
Platform 2024’ün ilk günü kataloğuna sinefillerin gözdesi 9 film ekledi.
Serseri Âşıklar / À bout de souffle – Jean-Luc Godard
Masumiyetin İntiharı / The Virgin Suicides – Sofia Coppola
Cepteki Yumruklar / I pugni in tasca – Marco Bellocchio
İçgüdü / Human Nature – Michel Gondry
Takip / Following – Christopher Nolan
Düzensizlik / Désordre – Olivier Assayas
Tatlı Rita / Lovely Rita – Jessica Hausner
Bir İsveç Aşk Öyküsü / En Kärlekshistoria – Roy Andersson
Solferino Muharebesi / La bataille De Solférino – Justine Triet
Ancak haftanın yıldızı, yarın yayınlanacak Hirokazu Kore-eda filmi Canavar / Kaibutsu. Bu sene Cannes’da En İyi Senaryo ve Queer Palm’a layık görülen yapım, en üstü kapalı tarifle, oğlunun davranışlarındaki değişikliği araştıran bir anneyi konu ediyor.
Le Cinéma Club
25 sinemacı, en sevdikleri sinema kitaplarının fotoğraflarını çekip göndermiş. Harika!
Ve Şimdi Haberler!
Bu senenin Cannes galibi Bir Düşüşün Anatomisi / Anatomie d’une chute’ün senaryosu yayınlandı.
Barack Obama, 2023’te izlediği filmlerden favorilerini paylaştı.
Deadline’a göre 2023’ün ABD yapımı olmayan en iyi filmleri.
CBC Arts, 2023’ün en iyi 13 kuir filmini seçti.
Journo, Netflix’in altı aylık raporunu yorumladı: “Türkiye’de bu yıl en çok izlenen 10 filmin 3’ü, en çok izlenen 10 dizininse 5’i yerli yapımlar.”
Vizyonda Ne İzlesem?
⚽️ Atan Kazanır / Next Goal Wins: Birbirinden kötü Thor filmlerinin ardından Marvel’a bir de açıklamalarıyla kazık atan Taika Waititi, tarihinde 31-0 gibi bir yenilgi bulunan Amerikan Samoa’sı futbol milli takımı ve bu takıma çekidüzen vermesi için göreve getirilen antrenörün hikâyesini anlatıyor. Michael Fassbender, Elisabeth Moss ve Will Arnett başrollerde.
🇹🇷 Atatürk 1881–1919 (2. Film): Söz verildiği üzere vizyona giriyor.
🍿 Filme Gel: İhsan Taş’ın yönettiği komedi, aktör olmak isteyen bir mafya babasını anlatıyor.
😈 Demon: Azab-ül Kem: Yeni yılın ilk yerli cin filmi.
🗳️ Başkan: Yerel seçimleri konu eden bir komedi. Hayır elbette, bizimkileri değil, farazi.
🪖 Kör Noktada / Im toten Winkel: Aldığı ödüllere Almancı yönetmeni Ayşe Polat’ın bile şaşırdığı film, çeşitli türlere (belgesel, polisiye, fantastik, politik) temas eden; oyunculuk ve kurguyla öne çıkan ilginç ve kısmen başarılı bir deneme.
🕵🏻 MK Ultra: Gizli Dosyalar / MK Ultra: Mahkûmlar üzerinde yasa dışı deneyler yapmasına CIA tarafından izin verilen bir bilim insanını konu eden film, LSD kullanılarak zihin kontrolü yapılması gibi şeyler anlatıyor.
Ali Ulvi’den Vizyon Notları
“2024 Yılını İki Önemli Filmle Açıyoruz”
Atatürk 1881–1919 (2. Film), Çanakkale Savaşı’nın çok zor koşullarında direnen genç askerlere önderlik eden Mustafa Kemal’in taktik dehasını daha iyi kavrayabilmemizi sağlıyor. Bir noktadan sonra barut kokusunun genzimizi yaktığını, ateşin derimizi kavurduğunu ve her yanımızın kana bulaştığını çarpıcı sahnelerle hissediyoruz… Tarihin en destansı zaferlerinden birini kazandıktan sonra, Mondros Mütarekesi’yle işgale açık hâle gelen Osmanlı Devleti’nin teslimiyetiyle 1919 yılına dek geçen süredeki Atatürk’ü anlamaya çalışıyoruz. Askeri-siyasi olarak sadece kendisinin bildiği planlarıyla, memleketin işgaline karşı çok büyük bir hareketi başlatacağına dair fırtına öncesi sessizliğe giren liderin, Vahdettin’le olan ilişkileri de detaylı biçimde ilk kez işleniyor.
2. film, yine, büyük bir yapımın özellikleriyle, dizi olarak çekilmesine rağmen, sinema perdesinde seyirciyle buluşmanın hakkını veriyor. Beylik deyişle soluksuz seyrediliyor. Sinemamızdaki en kapsamlı ve büyük Atatürk filminin, bazı ezberleri bozma açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Yılın bu ilk haftasındaki diğer sıkı film ise Kör Noktada / Im toten Winkel, Almanya’da çalışan Ayşe Polat’ın yönettiği ve hikâyesini bir yapboz maharetiyle kurduğu, oldukça ‘karanlık’ bir film. Senaryoyu da yazan Polat, Güneydoğu’da oğlu kaybolmuş bir annenin her yıl düzenlediği ritüeli çeken Alman belgesel film ekibiyle, ‘derin’ devlet için çalışan bir adam, karısı ve 7 yaşındaki kızları arasında bağlantı kuruyor. Seyirciyi olan biten hakkında kameraların soğuk gerçekliğiyle baş başa bırakırken, aynı zamanda saflığın temsili küçük kız aracılığıyla rahatsız edici bir ruhsal hesaplaşma başlatıyor.
Ürpererek dâhil olduğunuz vicdani huzursuzlukta, kendi adıma, Macbeth’teki katilleri anımsadım. Bir örnekten yola çıkarak, ülkenin birikmiş kat kat suçlarının-günahlarının ağırlığıyla, tuhaf biçimde çıktım sinemadan. Biliyorsunuz bazen kameraların göremediği bir kör nokta vardır; en soğukkanlı kötülüğün gizlendiği yer de orası galiba.
Geçmişte Ne İzledik? -8-
Anılarımın başlangıcı olan 1960’lardan 2000’li yıllara, İstiklal Caddesi sinemalarıyla anılırdı. Peki, İstanbul’un kalbi Taksim’de sinema var mıydı? Tabii ki vardı: 1914 doğumlu, kendine hayran bıraktıran mimarisiyle büyük bir salon, tanıdığım adıyla Venüs. 1970’lerin ilk yarısında ve 1983-2009 yılları arasında Devlet Tiyatroları tarafından kullanılıp 2012’de yıkılan o muhteşem sinema.
Türkiye’de gecikmeli gösterime giren ilk James Bond filmi Dr. No’ya (1962), bir büyüğüm elimden tutarak götürmüştü. Sanırım 1966’daki vizyonundan birkaç yıl sonra tekrar gösteriliyordu. Sanki dün gibi aklımda kalan, önünde hiç reklam ve fragman gösterilmeden direkt filmin başlamasıydı. O mis kokulu, rahat koltuklara sahip sinemada az sayıda seyirciyle, büyülenmiş gibi aksiyonun tadını çıkartmıştım. Büyük ekranda gördüğüm ilk nefes kesici kadın da bugün 87 yaşında olan Alman asıllı Ursula Andress’ti.
Venüs’te çok film seyrettim. Hiç unutamadıklarımdan biri de sansürden geçtikten sonra nihayet 1979’da seyirciyle buluşan Sürü’ydü (1978). Salon tamamıyla doluydu, ancak balkonda yer bulabilmiştim. Mali zorluklar nedeniyle defalarca açılıp kapanan sinema, son parlak günlerini, Zeki Ökten’in yönettiği bu Yılmaz Güney filmiyle yaşadı; haftalarca oynadı.
Venüs bugüne kalabilseydi keşke… Şimdi yerinde otel var. (Ali Ulvi Uyanık)
Ayrıca...
Aşk bir araba kazası mı, her yerimiz kanarken içinden çıkamadığımız? Kısa film km, hassas kalpleri üzebilir.
Katkılarından dolayı Ali Ulvi Uyanık, Ozancan Demirışık, Zeynep Şima ve MUBI Türkiye’ye teşekkür ederiz.
Bağımsız yayıncılığa destek olmak isterseniz 10 TL, 25 TL, 50 TL, 75 TL, 100 TL ya da 500 TL karşılığında Dijital Teşekkür Kartları alabilir ve dilerseniz sevdiklerinize hediye olarak gönderebilirsiniz.