Merhaba,
Bu hafta genç yetenek Tuna Yüksel’le tanışmanızı istiyoruz. Leyla ile Mecnun’un senaryo ekibinde yer alan ve bu hafta vizyona girecek Yaşam Koçu filminin senaryosunda Doğu Demirkol’la çalışan Yüksel’le yaptığımız röportaj hemen aşağıda. Ayrıca, Tolga Karaçelik destekli ilk kısa filmi Pembe Eldiven’i Haftanın Kısası başlığımız altında inceliyoruz ve kendisi İçinde Yaşamak İstediğim… köşemizin de konuğu.
Haftaya görüşmek dileğiyle.
Geçen Hafta Ne İzlendi?
İşte Bu Hafta Ne İzlesem? okuyucularının 184. sayımızda en çok ilgi gösterdiği beş içerik:
Kar Kardeşliği / La sociedad de la nieve – Netflix
The Brothers Sun – Netflix
CBC Arts seçkisiyle 2023’ün en iyi 13 kuir filmi – YouTube
Canavar / Kaibutsu – MUBI
km – Vimeo
Netflix
11 Ocak: Avustralyalı yazar Trent Dalton’ın çok beğenilen romanından uyarlanan mini dizi Evreni Yutan Çocuk / Boy Swallows Universe; babası kayıp, annesi rehabilitasyon sürecinde, üvey babası eroin satan ve bakıcısı azılı bir suçlu olan Eli Bell’in büyüme hikâyesi.
11 Ocak: Animasyon dizi Sonic Prime, 3. sezonuyla dönüyor.
12 Ocak: Kenneth Branagh’a Orijinal Senaryo dalında Oscar kazandıran 2021 yapımı Belfast, Netflix’e geliyor.
12 Ocak: Yüksek bütçeli ve biraz da komik bir soygun filmi izlemek isteyenleri Uçuk Bir İş / Lift’e alalım. Kevin Hart’ın başrolde olduğu yapımda bir grup soyguncu hapse girmemek için emniyet güçleriyle anlaşıp teröristlerin elinden altınlarını çalmaya çalışıyor, hem de havadaki bir uçağın içinden.
MUBI
Öneri programımız kapsamında bir arkadaşını bültenimize abone yapan herkese bir aylık MUBI üyeliği hediye ediyoruz. Bu bağlantıdan abone olduğuna emin olduktan sonra bilgilerini bize iletin ve üyelik kazanın.
Platform bu hafta; 42. İstanbul Film Festivali’nde prömiyer yapan ve Onat Kutlar’ın ölüm yıl dönümünde (bugün) yayınlanacak Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar belgeseli dışında beş eski filme yer verecek.
12 Ocak: Laleli’de Bir Azize – Kudret Sabancı
12 Ocak: Gemide – Serdar Akar
13 Ocak: Temel İçgüdü / Basic Instinct – Paul Verhoeven
13 Ocak: Gerçeğe Çağrı / Total Recall – Paul Verhoeven
17 Ocak: Suzhou Nehri / Suzhou He – Lou Ye
Haftanın Kısası
Tuna Yüksel’in kısa filmi Pembe Eldiven; en basit tanımla “bir büyüme hikâyesi” ve her ne kadar Türkiye’de geçse de birçok türdeşi gibi evrensel. İlgisiz bir babayla dindar bir annenin oğlu olan Tayfun’un cinselliği pornolardan öğrenmesinin de önayak olduğu bir hata, akran zorbalığı ve kendini tanıma süreçlerini konsantre bir şekilde anlatan film, kısacık süresi bittikten sonra zihninizde büyümeye devam ediyor.
Tayfun’la tek başına antrenman yaparken tanışıyoruz. Ayna karşısında kendine uzun uzun bakıp, bir şeyleri değiştirmeye çalışıyor sonra. Arkadaş grubunun birbirlerine “öğrenilmiş erkeklik” savurduğu sohbetlerdeki yalnızlığı göze çarpıyor. Saçını nasıl yaptığı önemli değil, bulunduğu ortama “uymuyor” işte.
Duygusal şiddet, sürüden ayrılanı dışlama ve çokça mutsuzluk üzerine bir anlatı olsa da Pembe Eldiven; soluk tonlarına tezat, hemen her sahnede parlak bir rengin yer aldığı, umudun da karanlığın içinde olduğunu unutturmayan bir iş ve zaten oradaymış hissi veren eski bir çerçeveden, bilgisayar oyunundaki avatara kadar üzerine titizlenilmiş bir çalışma.
Bir Yönetmenin Anatomisi
Pembe Eldiven'in yönetmeni Tuna Yüksel’le yaptığımız samimi söyleşinin bir kısmını şimdi bültende okuyabilir, tamamı içinse Ters Ninja’yı ziyaret edebilirsiniz.
Tolga Karaçelik projeye neresinden dahil oldu?
Tolga abiyle bir gün buluştuk. Ona filmi anlattım. "Ay canım benim" diye karaktere tepkiler veriyordu, bu beni çok heyecanlandırmış ve mutlu etmişti. Bana önerilerde bulundu, ne yapmam gerektiğini söyledi. "Yapımcın var mı?" diye sordu, "Yok hocam" dedim, "İstiyorsan ben olabilirim" dedi. Şaka yaptığını düşünüp güldüm. İnanamadım. Ve artık en büyük motivasyona sahiptim: "Tolga abiyi mahcup etmemeliyim."
İlk filmini çekmek nasıl bir deneyimdi?
İki erkeğin öpüştüğü, seviştiği bir film çekebilmek gerçekten çok zormuş. İyi ki konuşulmadı da daha zorluk yaşamadım diyeyim. Çok büyük aksilikler ve sıkıntılar yaşadık ama yapacak bir şey yok ve yapacak bir şeyin olmadığının da her zaman farkındaydım. Ama günün sonunda gerçekten çok mutluyum. En azından bu dönemde böyle bir film yapabildik. Daha ne olsun?
Arda Yeşillikçi ve Batuhan Alpay’la yolun nasıl kesişti? Ülkemizde her oyuncunun cesaret edebileceği roller değil ne yazık ki oynadıkları.
Senaryonun ilk versiyonunda sevişme sahnesi daha çok Xavier Dolan filmi gibiydi, biraz daha cesurdu. Ama sonra ev mekânına karar verince, evin o kapısı bana biçimsel olarak da bu sahneyi çekebileceğim şekilde hizmet etti. Kamerayı onların olduğu odadan dışarıya çıkarmak ve adeta gözetleniyormuşlar gibi çekmek işime yarıyordu. İzleyiciyi, toplum yerine koyabiliyordum.
Kısa filmler genelde festival festival dolaşır. Sen böyle bir sürece girdin mi? Konusu nedeniyle sansüre uğradığını hissettin mi?
Filmi bitirdiğimizde festivalleri kaçırmıştık. Daha sonra bir iki festival reddetti. O süreçte sansüre uğradığımıza dair bazı şeyler duydum ama çok da şaşırmadım. Bir de açıkçası, çok özür dileyerek, ön jüriye bakıp yollamadığım festivaller de oldu. E bir de başka mahalleden olanı görmek kolay, ama kendi mahallemizde bu festival sürecinde yaşanan bazı şeyleri görmek, duymak kendimi kötü hissettirdi.
İçinde Yaşamak İstediğim…
Sevdiğimiz isimlere “içinde yaşamak istedikleri film ya da diziyi” sormaya devam ediyoruz. 69. konuğumuz Tuna Yüksel, seçtiği filmse Oslo, 31 Ağustos / Oslo, 31. august (2011).
“İçinde yaşamak istediğin film nedir?” sorusunun cevabını uzun zamandır düşünüyorum. Öyle ki, sevdiğim bütün filmleri düşündüm. Letterboxd hesabıma girip tam puan verdiğim filmler arasında dolaştım. Dijital platformlar arasında mekik dokudum. Bazı filmlerden entelektüel kaygımdan dolayı vazgeçtim. MUBI’de yayınlanan filmler benim için sıkıcı geldi (şaka). Benden önce bu temayla ilgili yazılan yazıları okuduğumda doğal olarak çoğunluğun kendini daha iyi hissettikleri filmleri seçtiğini gördüm. Böyle olunca kafamdaki filmin doğru olmayacağını düşünmeye başladım. Beni biraz olsun bile tanıyan herkes, çok büyük Joachim Trier (Eskil Vogt ile birlikte) hayranı olduğumu bilir. Bu yüzden ondan bir film seçeceğimi düşünüyordum. Hatta en sevdiğim film Oslo, 31 Ağustos’u seçeceğime emindim. Peki bir insan neden bu kadar depresif bir filmi seçer ve böyle bir filmin içinde yaşamak ister ki? Evet, kendime sorduğum bu soruların yanıtlarını düşününce Oslo, 31 Ağustos filminin içinde yaşamak istediğime emin oldum. Ve şimdi açıklamaya çalışacağım…
Öncelikle bu soruyu değiştirmiş olsaydık, örneğin benden kendimi daha iyi hissedebildiğim bir şarkı seçmem istenseydi sanırım yine depresif bir şarkı seçerdim. Nasıl hüzünlü, depresif şarkıları dinlemek insana kendini iyi hissettiriyorsa, böyle bir filmin beni daha iyi hissettirdiğini düşünüyorum. Ama içinde yaşamak isteme nedenim kesinlikle bu değil. Bu filmin içinde yaşamak istiyorum çünkü, sanırım hayatı sürekli 30 Ağustos gününde yaşayan biri gibi hissediyorum. Anlatmak istediğim hikâyelerin, yapmayı arzuladığım filmlerin, hatta Bina’da bira içerken yan masalara şöyle bir bakmamın, Arkaoda’da tanımadığım insanların danslarının arasına sokulmamın veya Instagram’da insanların hikâyelerine bıraktığım emojilerin bile nedeni bu olabilir. 30 Ağustos’umun bitmemesi üzerine olan yoğun isteğim… Filmdeki Anders karakterinin hem kendisiyle hem kendi hayatıyla yüzleştiği, bir yanıyla tamamen ait olmak istediği ama diğer yanıyla bunun mümkün olamadığı anlar bana yabancı değil. Öyle ki, Passenger’da cila niyetine bir bira içerken yanımdaki oyunculara gülümseyerek bakıp onların sektör ve yeni işleri hakkındaki yorumlarını dinledikten sonra Acıbadem’e, evime doğru giderken hissettiğim o duygular çok yakın… Ya da Anders’in arkadaşının doğum günü partisinde konuştuğu eski kız arkadaşını iyi hissettirmeye çalışırken aslında bunun kendisini iyi hissettirme çabası olduğunun farkındayım… Onu öpmek istemesinin altında yatan nedeni bile anlayabiliyorum… Ya da eski sevgilisinin kendisini aldattığını düşündüğü o erkeği görünce “Seni affediyorum” derken, aslında affetmeye çalıştığı kişinin kendisi olduğunu biliyorum… Ya da bir gece kulübünde tanıştığı bir kadınla yakınlaşıp gülüşürken bir yandan ona doğru baktığında aklında geçmişine ait imgelerin dolaştığını anlayabiliyorum. Noh Radio’da tanıştığım ve beni hep hatırlayacağını söyleyen insanlara kaç kez “Hayır, hatırlamayacaksın. Benim gibi çok insan tanıyacaksın” demişimdir veya demek istemişimdir, bilemiyorum…
Önündeki havuza girmek üzereyken gülüşüp eğlenen insanlara bakan Anders gibi yaşıyorum hayatı. Hâl böyle olunca, Oslo, 31 Ağustos içinde yaşamak istediğim film olmaktan öte belki de içinde yaşadığımı düşündüğüm film olmuş oluyor. Sanırım hayat benim için 31 Ağustos’una uyanmadığın koca bir 30 Ağustos günü… Kadıköy, 31 Ağustos gibi bir film yapamayacaksam, şimdilik Oslo, 31 Ağustos’un içinde yaşadığımı düşünmek veya o filmin içinde yaşamayı istemek sanki çok mantıklı…
Vizyonda Ne İzlesem?
🐴 Tay 2: Ebabil Takımı: Haftanın TRT filmi, Kudüs’ten Mekke’ye uzanan bir macera anlatıyor. İlk filmi vizyonda 540 bin kişi seyretmişti, iki devam filmi için daha çalışmalar sürüyor.
🦋 Yaşam Koçu: Doğu Demirkol’un başrolde olduğu ve senaryosunu yazdığı film, tam olarak isminden tahmin edebileceğiniz şeylerin komedisini yapıyor. Tek kişilik gösterilerinden BluTV dizisine taşıdığı “benim annem hacı, bu yaşta hâlâ harçlık alıyorum” gibi şakalar burada da mevcut ve Doğu Demirkol bir kez daha “Doğu”. Yani özgüveni yüksek ve herkesten akıllı (!).
🐝 Arıcı: Ölüm Kovanı / The Beekeeper: En sevmediğimiz aksiyon yönetmenlerinden David Ayer’in yeni projesi, 56 yaşına gelmesine rağmen yumruklarının sertliği azalmayan Jason Statham üzerine kurulu. “Tek adam ordulara meydan okuyor” filmlerini sevenlere.
💕 Narsistle Aşk / L'Amour et les Forêts: Filmekimi’nde para vermek istemediğimiz ama başrol oyuncusu Virginie Efira için izlemek istediğimiz yapım vizyona giriyor. Hızlı bir kararla evlendiği adam manyak çıkınca ne yapacağını bilemeyen kadının yaşadıkları, Türk erkeklerinden idmanlı olanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir.
🚨 3310'dan Tüm Birimlere: Diyarbakır’a emniyet müdürü olarak atanan idealist bir adam ve düzenine çomak soktuklarının mücadelesini anlatan filmin yönetmeni, 1990 doğumlu Mazlum Yiğit.
💔 3391 Kilometre: İzmir’de yaşayan ve adı İzmir olan genç bir kızla, Paris’te yaşayan ve ismi Ege olan, muhtemelen de pis işlere bulaşmış (bad boy) bir oğlanın uzak mesafe ilişkisini anlatıyor… Ya da öyle bir şeyler.
🎰 Kolpaçino 4 4’lük: Bilin bakalım serinin kaçıncı filmi?
Ali Ulvi'den Vizyon Notları
“Evlilik Hapishanesinde!”
Öğretmen Blanche, bankacı Grégoire’ya tutulur ya da onun tarafından 'tavlanır'... Gelişmeler klasiktir: Hamilelik, evlilik, çocuk ve bir çocuk daha… Dünyanın her noktasından milyonlarca kadının güvenli limanı olan yuva kurulmuştur. Ancak, birkaç yıl sonra yaşları çok genç olmayan ikili de anlar ki, ölene kadar mutluluk, piyangoyu kazanmak kadar nadirdir.
Her şey adamın bir yalanının ortaya çıkmasıyla başlar… Sonra Blanche etrafına sinsice duvarlar örülmeye başladığını, kocasının inanılmaz bir kontrol-psikolojik baskı ustası olduğunu, giderek nefes almaz duruma düştüğünü iyice görüp hissettiğinde özgürlük planları yapmaya başlar…
Narsistle Aşk / L'Amour et les Forêts, özellikle son üçte birlik bölümünde bir kara filmin boğucu atmosferini ve yüksek gerilimini yakalıyor. Kişilik bozuklukları ortaya çıkan adamın, ruhsal acılarının müsebbibi olarak karısını görmesi ve onu cendereye sokması tanıdık geliyor. Bu film, kadının neredeyse bir savaş olan bu ilişkiden nasıl çıkabileceği üzerine bir cesaret sınavı. Bu sınava, her şeye Blanche’ın yanı başında tanık olduğumuz için biz de giriyoruz. Seyrederken kafalarda hep şu soru var: “Ben olsam ne yapardım?”
Yönetmen Valérie Donzelli, kadınlar arasındaki dayanışmanın önemini atlamıyor; diğer kadın karakterleri, Blanche’ın hayatındaki küçük gibi görünen rollerinde titizlikle işliyor. Problemli erkekleri hayatlarından silkeleyip atmak isteyen kadınlar mutlaka seyretmeli.
Yakışıklı oyuncu Melvil Poupaud giderek itici hale gelen Grégoire’da sinirlerimizle oynamayı başarırken, gözde aktris Virginie Efira gelgit yaşayan karakterinin hakkını ince ayrımlı oyunculuğuyla veriyor.
Ayrıca...
Altın Küre’ler dağıtıldı. Succession, The Bear, Beef, Poor Things ve Oppenheimer’ın zaferle döndüğü gecede dağıtılan tüm ödüllerin listesi burada.
Katkılarından dolayı Ali Ulvi Uyanık, Ozancan Demirışık, Tuna Yüksel, Zeynep Şima ve MUBI Türkiye’ye teşekkür ederiz.
Bağımsız yayıncılığa destek olmak isterseniz 10 TL, 25 TL, 50 TL, 75 TL, 100 TL ya da 500 TL karşılığında Dijital Teşekkür Kartları alabilir ve dilerseniz sevdiklerinize hediye olarak gönderebilirsiniz.